2 Aralık 2009 Çarşamba
TEŞEKKÜR
Desteklerin yanında eleştiriler de oldu tabi. Hakaret edenler bile. Güldüm geçtim. Çünkü onlar sürünün bir parçası, çünkü onlar farklılıktan korkuyorlar, çünkü onlar yaratıcılığımızla kendi basitliklerini ortaya çıkaracağımızdan korkuyorlar. Korkmalılar da.
Bir çoğunuz benimle kendi fikirlerinizi paylaştınız. Karşılıklı fikir alış verişlerinde bulunduk. Biliyorsunuz ben artık her gün yeni bir fikir yazacak zaman bulamıyorum. O yüzden yayınlanmasını istediğiniz fikirleri sizin adınız ve iletişim bilgileriniz ile yayınlamaya karar verdim. Kim bilir belki birisi sizin fikrinizi görüp hayata geçirmek için yardım eder. Belki de birisi fikrinizi çalabilir. Ama biliyorum benim gibi düşünenler hırsızlardan da korkmayacak. Çünkü biz her bir beyin hücremizle onlardan daha yaratıcıyız ve bizde fikir bitmez.
13 Ağustos 2009 Perşembe
BİLMEM KAÇINCI GÜN YENİ BİR FİKİR
Sokakta bir adam yürüyor. Kafasının üstünde bir düşünce balonu var. Balonun içinde bir demet çiçek. Kafasını sallıyor bu olmaz dercesine. Balonun içinden çiçek kayboluyor ve bir elbise beliriyor. Biraz düşünür gibi fakat yine kafasını sallıyor bu da olmaz der gibi. Sonra balonun içinde bir yüzük beliriyor. İşte bu der gibi bir mimik yapıyor. Gülaylar mağazasını görüyor ve içeri giriyor. Mağaza yetkilisi sıcak bir gülümsemeyle karşılıyor adamı. Mağaza yetkilisi adamın kafasının üstündeki balona bakıyor ve hiç konuşmadan parmağıyla 1 dakika gibi bir işaret yaparak adamın düşündüğü yüzüğün aynısını çıkarıyor. Adam bir an seviniyor fakat sonra kafasının üstündeki balonda büyük bir deste para var. “Galiba adam bu yüzüğün çok pahalı olduğunu düşünüyor.” Mağaza personeli yine balona bakıyor ve gülümsüyor. Elini uzatıp balondaki parayı alıyor. Birkaç tane banknotu ürünün karşılığı olarak tezgahın üstüne alıyor ve kalan büyük desteyi adamın cebine koyuyor. Adam derin bir oh çekiyor ve gülümsüyor.
Sloganımız geliyor: Aklınızda olan her şey, aklınızdakinden daha uygun fiyatlarla X Altın’da.
17 Nisan 2009 Cuma
ALİ TARANTULA GELİYOR
16 Nisan 2009 Perşembe
24 Şubat 2009 Salı
25. GÜN 25. FİKİR
23 Şubat 2009 Pazartesi
24. GÜN 24. FİKİR
Yeni FARD ZANGA karşı konulmaz cazibe
21 Şubat 2009 Cumartesi
23. GÜN 23. FİKİR
Devam reklamımız. Kadın işten eve geliyor. Anahtarıyla kapıyı açıyor ve içeri giriyor. Yerdeki kadın sabahlığını görünce yatak odasına yöneliyor. Kapıyı açıyor ve yatakta bir kadın ve kocasını görüyor. Kocasının yüzündeki paniği görüyoruz. Bir kaç saniye duraksadıktan sonra gözlerini kısarak karşısındaki karısına baktıktan sonra yanındaki kadına dönerek: "Karıcığım bugün geçirdiğim trafik kazasından sonra gözlerim iyice görmez oldu. Gelen kim? Çocuklar mı?"
22. GÜN 22. FİKİR
20 Şubat 2009 Cuma
21. GÜN 21. FİKİR
19 Şubat 2009 Perşembe
20. GÜN 20. FİKİR
18 Şubat 2009 Çarşamba
19. GÜN 19. FİKİR
17 Şubat 2009 Salı
18. GÜN 18. FİKİR
Dış Ses: Çocuklarınız sizi örnek alır. Onları birer canavara dönüştürmeyin.
16 Şubat 2009 Pazartesi
17. GÜN 17. FİKİR
- Taksim'de kalabalığın arasında yürüyorsunuz. Karşıdan formalarıyla, kaşkollarıyla, tezahürat yaparak gelen kalabalık bir taraftar grubu görüyorsunuz. Yaklaştığınızda forma renklerinin turuncu beyaz olduğunu görüyorsunuz. Hangi takım ki bu? Biraz daha yaklaşıyorlar. Formalarında FANTA yazıyor. Turuncu, FANTA turuncusu. Tezahüratları da farklı. FANTA için özel yazılmış tezahüratlar yapıyorlar. Bunu nasıl unutabilirsiniz?
- Yine yolunuz Taksim'e düştü. O da ne yine kalabalık bir gurup toplanmış, ellerinde pankartlar size doğru yürüyor. Hep bir ağızdan sloganlar söylüyorlar. Bir eylem, bir miting galiba. Olay çıkmaz inşallah diye düşünüyorsunuz. Fakat yaklaşınca ellerindeki pankartlarda FANTA yazısı ve logosu olduğunu ve söyledikleri sloganların da FANTA'nın reklam sloganları olduğunu görüyorsunuz. Yüzünüzdeki tereddütün yerini küçük bir gülümseme alıyor.
13 Şubat 2009 Cuma
16. GÜN 16. FİKİR
Kimseden ses çıkmaz. Herkes kafasını eğmiş önündeki boş kağıtlara bakmaktadır. Ajans başkanı sazı eline alır:
H- Demir sen söyle bir fikrin var mı?
H- Olmaz bunu daha önce yaptılar. Aybars?
H- Bu da olmaz. Bikini reklamı bile yapamıyoruz yasak diye. Bişey mi söyleyeceksin Çağlar?
Ç- Patlıcana, hıyara mı bebek bezi giydirip billboardları donatsak?
H- Of bunu da yapmıştık. Doğan sana güveniyorum hadi koçum.
H- Saçmalamayın yahu.
Ekran donar ve sloganımız gelir: Artık üretemiyor musunuz? 9 şiddetinde sarsıntı yaratmak için beni arayın.
12 Şubat 2009 Perşembe
15. GÜN 15. FİKİR
Bir emlakçı ve bir müşteri bir ev geziyorlar. Müşterinin gözünden izliyoruz reklamı. Emlakçı ağzı oldukça iyi laf yapan, biraz üçkağıtçı biri. Beraber evi geziyorlar. Emlakçı anlatıyor: "Boyası badanası yeni yapılmış, tertemiz bir ev. Gördüğünüz gibi salonu çok büyük. En az 200 m2. Lütfen şu cama yaklaşın. Evet eşsiz deniz manzarası, leb-i derya. Duyuyor musunuz? Suyun sesi buraya kadar geliyor. Bu evi kaçırmayın."
14. GÜN 14. FİKİR
13. GÜN 13. FİKİR
10 Şubat 2009 Salı
12. GÜN 12. FİKİR
Adam cebinden "XP200" model cep telefonunu çıkarıyor. Kızlar şaşırmış ve meraklı yüz ifadeleriyle telefonu görmek için çaba harcıyorlar. Biri parmak ucuna kalkıyor, biri başını yana eğiyor daha iyi görebilmek için.
Kamera adamın eline, XP200’e zoom yapıyor. Ekranda “SİM DEĞİŞTİR” yazıyor. Adam ok tuşuna bastığında, o itici adam birden bire son derece şık ve yakışıklı bir adama dönüşüyor. Bu sırada kızlardan biri adamın önüne atlıyor ve saçındaki tokayı çıkarıyor. Saçlarını savurarak poz veriyor. Adam XP200 ile kızın fotoğrafını çekiyor, flaş patlıyor. Diğer kızlardan biri, poz veren kızı iterek onun yerine, adamın önüne geçiyor ve dans etmeye başlıyor. Adam XP200 ile videoya çekiyor.
Asansör bir katta duruyor. Kapı açılıyor. Kapıda asansörü bekleyen adam şaşkınlıkla bakıyor. Çünkü içerde iri yarı, göbekli, kıllı çirkin bir adam. (Bu sahnede aslında adamın hiç değişmediğini, sadece XP200’ün cazibe ve prestiji sayesinde kızların gözünde yakışıklı göründüğünü anlıyoruz) Adamın elinde çok şık bir telefon ve o telefondan yayılan müzik eşliğinde, normal şartlarda o adamın yüzüne bile bakmayacak 3 güzel kız kendilerinden geçmiş bir şekilde dans ediyorlar.
PACK SHOT: XP200’ün göz alıcı tasarımı ile her yerde ilgiyi üzerinize çekin. Karizmatik, cezbedici ve zarif. Çift sim kart teknolojisi ve olağanüstü multi medya özellikleri...
8 Şubat 2009 Pazar
MEDYA'DA BLOGUM
Blogum ve iddiam bu hafta internet ve yazılı basında bir çok yerde yayınlandı. İşte bazıları:
http://www.marketingturkiye.com/yeni/Haberler/NewsDetailed.aspx?id=12510
http://arsiv.sabah.com.tr/2009/02/05//haber,08333E4410CC4821A96264F6BADF9CDB.html
http://www.superpoligon.com/haber/8578
11. GÜN 11. FİKİR
10. GÜN 10. FİKİR
Sloganımız geliyor: OFU evinizi ısıtır.
9. GÜN 9. FİKİR
6 Şubat 2009 Cuma
8. GÜN 8. FİKİR
2. sahne. Sabah olmuş. Adam uyanıyor. Yüzünde mutluluğunu belli eden bir gülümseme. Karısına dönüyor ve sıçrayarak bağırıyor. Çünkü dün gördüğümüz güzel kadın yerine çok çirkin bir kadın görüyoruz bu sefer.
Sloganımız geliyor: Beauty, mucizeler yaratır
Reklamımız iyice hafızalarda yer ettikten sonra ilk sahneyi atıp 2. sahnede biraz değişiklik yapıp yayınlıyoruz:
Sabah olmuş. Adam uyanıyor. Yüzünde mutluluğunu belli eden bir gülümseme. Yana dönüyor ve sıçrayarak bağırıyor. Çünkü yanında bir erkek.
Sloganımız geliyor: Beauty, mucizeler yaratır.
7. GÜN 7. FİKİR
4 Şubat 2009 Çarşamba
6. GÜN 6. FİKİR
Bugün sizlerle bir iş fikri paylaşacağım. Daha doğrusu yeni bir bankacılık ürünü:
Ben diyorum ki; X bankası da şirket çalışanlarına, şirketin belirlediği miktarda para yüklü banka kartı verse. Bu kartların herhangi bir banka kartından farkı, bu kartlardan nakit çekim yapılamaması ve bakiyenin tek seferde değil günlük limitler dahilinde harcanabilmesi olsun. Her bir çalışan ayda 24 gün çalışıyor olsun. Şirket herbir çalışanı için günlük 10 YTL limit belirlemiş olsun. Buna ufak bir pay ekleyerek kartımızın limitini günde 15 YTL olarak belirleyelim. Çalışan 16 YTL ödemek isterse; günlük limitiniz yetmemektedir uyarısıyla karşılaşsın.
Tabi şirketlerin mevcut Sodexho, Multinet gibi firmalar yerine X Card’ı tercih etmesi için onlara ek bir fayda sağlamamız gerekiyor. Çalışanlar için açtığımız hesapların hepsi aynı zamanda elma hesabı gibi çalışsın. Günlük 15 YTL’lik limit dışındaki tutarla banka B tipi likit fon alsın. Ay sonunda hesaplardan elde edilen gelir ise bir ana hesaba, işverenin hesabına yatırılsın. Böylece ufak da olsa bir sonraki ayın yemek giderleri azalmış olsun.
Üstelik bu yeni bir işkolu gibi görünse de aslında bir satış ekibi dışında yeni bir organizasyon gerektirmiyor. Banka’nın diğer iki firma gibi restoranlara sistemini pazarlamasına gerek yok çünkü X Card zaten kredi kartı geçen her restoranda geçecek. Sadece bu özellik bile diğer 2 firmaya göre büyük bir avantaj. Sadece bu ürünü şirketlere tanıtıp, pazarlayacak bir ekip gerekiyor.
Banka kart bakiyelerinde fon alınmayan ve vadesizde bulunan tutarla maliyetsiz fon sağlamış olacak. Fakat asıl önemli olan banka, çoğu daha önce müşterisi olmayan birçok yeni müşteri elde edecek. Üstelik bu müşterilere tek tek pazarlama yapmadan, sadece işvereni ikna ederek yapabilecek bunu. Daha sonra da zaten banka müşterisi olmuş bu kişilere diğer bankacılık ürünlerini pazarlayacak.
5. GÜN 5. FİKİR
3 Şubat 2009 Salı
4. GÜN 4. FİKİR
2 Şubat 2009 Pazartesi
3. GÜN 3. FİKİR
Kamera şimdi başka bir ofiste. Bir iş adamı, yaşlı, masasında oturuyor, elinde telefon. Telefonun çaldığını duyuyoruz fakat cevap vermiyor karşı taraf. Hafif kızgın bir ifadeyle telefonu kapatıp başka birini arıyor. Ok diyor iş sizindir. En kısa zamanda sözleşmeyi yapalım, malları 1 ay içinde istiyorum.
Ekran donuyor. İki donmuş kare görüyoruz. Solda telefona bakmayan patron. Sağda iki tedarikçi arasında kararsız kalmış, biri telefonuna cevap vermediği için diğerini seçen iş adamı. Bir ses duyuyoruz: “Keşke 1 dakika ayırıp o telefona baksaydı hayatının en büyük işini alacaktı.”
Ve slogan beliriyor: KEŞKE DEMEMEK İÇİN FIRSATLARI KAÇIRMAYIN
Bu sefer kamera bir evde... Yaşlı bir adamla 25 yaşlarında genç bir çocuk. Hararetli bir tartışma içindeler. Belli ki bir baba ve bir oğul. Genç çocuk kapıyı çarpıp çıkıyor. Yaşlı adam üzgün.
Kamera tekrar ofiste çalışanların arasından geçip en baştaki boş masaya geliyor. Bizim genç çocuk o masanın sahibiymiş meğer. Masasının sağ köşesinde telefon, onun yanında babasıyla olan bir resim. Telefon çalıyor. Arayan annesi, babasının öldüğünü söylüyor. Telefonu kapatıyor yavaşça, gözleri doluyor, babasının fotoğrafına bakıyor ve koşarak çıkıyor ofisten. Ekran donuyor. Sağ tarafta oğlu kapıyı çarpıp çıktıktan sonra yıkılmış baba, sol tarafta boş masa. Bir ses duyuyoruz: “Keşke son görüşmeleri böyle olmasaydı, keşke fırsatı varken son bir kez seni seviyorum diyebilseydi.”
Ve slogan beliriyor: KEŞKE DEMEMEK İÇİN FIRSATLARI KAÇIRMAYIN
Kamera bir ofiste... Bilgisayarı, klavyeyi ve 2 adet el görüyoruz. Maillerine bakıyor. İlk sıradaki maili açıyor. Bir iş başvurusu, Adil Zehir’den gelmiş. Reklam yazarlığı için başvurmuş. Bilgisayar başındaki kişi maili okumadan siliyor. Bir ses duyuyoruz: “Keşke ona, birkaç yıl sonranın en iyi reklam yazarlarından birine bir şans verseydi.”
Ve slogan beliriyor: KEŞKE DEMEMEK İÇİN FIRSATLARI KAÇIRMAYIN
1 Şubat 2009 Pazar
2. GÜN 2. FİKİR
Bir evdeyiz…
Yanyana beyaz eşyalar görünüyor. Çamaşır makinesi, buzdolabı, ütü, vb.
Dış ses konuşuyor: Birazdan duyacaklarınız sizi çok şaşırtacak. VEYSEL ilklerine bir yenisini daha ekledi.
Bu çift kapılı buzdolabı yalnızca 5 Lira.
Bu son model çamaşır makinası yalnızca 5 Lira.
Bu fırın da 5 Lira.
…
Hayır hayır yanlış duymadınız. Aylık taksiti değil tamamı bu fiyat.
Ekranda hala ilk karedeki beyaz eşyaları görüyoruz. Ekrana bir el uzanıyor ve çamaşır makinesini alıyor. Bu sırada kamera uzaklaşıyor. 5 yaşlarında bir kız çocuğunun eliymiş çamaşır makinesini alan. Beyaz eşyalar oyuncakmış meğer. Kısa bir süre küçük kızın oyuncaklarıyla mutlu bir şekilde oynamasını seyrediyoruz.
VEYSEL “Artık çocuklar için de beyaz eşya üretiyoruz.” Artık VEYSEL mağazalarında çocuklar için oyuncak köşemiz var. Alınan gerçek ürünlerin yanında hediye edildiği gibi, sadece oyuncakları da satılıyor.
İlginç, akılda kalıcı bir reklamla markamızı zihinlerde taze tutuyoruz. Bu çocukların anne ve babalarını mağazamıza getiriyoruz, kızımız oyuncağını seçerken babasının gözü ses sistemine, annesinin gözü yeni bulaşık makinesine kayıyor.
Baba işten eve geliyor. Anne ve küçük kız kapıda karşılıyorlar onu sarılıyorlar. Baba eğilip küçük kızını kucağına alıyor. Kocaman bir öpücük konduruyor kızının yanağına. Baba koltuğuna oturuyor biraz yorulmuş. Küçük kız babasının ayaklarının dibinde babasının çoraplarını çekiştiriyor. “Baba ya çoraplarını çıkar yıkayacağım” diyor. Baba çıkarıyor çoraplarını beraberce oyuncak çamaşır makinesine atıyorlar.
Kamera tekrar VEYSEL mağazasında. Üçünün de gözleri doluyor. Birbirlerine sarılıyorlar. Baba kocaman bir öpücük konduruyor kızının yanağına. Sadece VEYSEL logosu geliyor ekrana.
NOT: Gelecek eleştirilere istinaden: Hayır VEYSEL'i yeni bir pazara sokmuyorum. Hazırladıkları prototipten istedikleri sayıda ürettirmelerinden bahsediyorum. Promosyon için kalem, ajanda yaptırmak gibi.
30 Ocak 2009 Cuma
1. GÜN 1. FİKİR
28 Ocak 2009 Çarşamba
BU BLOG BİR İDDİADIR
26 Ocak 2009 Pazartesi
KİMDİR BU İDDİACI?
- 1982'de Giresunda doğdum.
- Babam beni okula yazdırırken sordu: “Sabahçı mı olmak istiyorsun, öğlenci mi?” Sabahçı olmak istedim gün bitmeden çıkabileceğimi öğrenince. Okulun ilk günü bir hayli zaman geçtiğine kanaat getirdikten sonra yerimden kalktım ve utana sıkıla “Öğretmenim bir yanlışlık oldu galiba ben sabahçı olacaktım akşam oldu hala eve gitmedim“ dedim. O gün anladım insan yaptığı şeyden zevk almıyorsa zaman geçmek bilmiyor.
- İlkokul 2'de evdeki kolonya, limon, meyve gibi kokulu şeyleri karıştırarak parfüm yapmaya çalışırdım. Karışıma bir de kibrit çakayım, yanmış kibrit güzel kokuyor dedim, evi yaktım. O gün anladım ufacık bir kibrit çöpünün bile çok büyük sonuçlar doğurabileceğini.
- 4. sınıfta evdeki bütün oyuncaklarımı bir sepete doldurup hepsine bir numara verdim ve oyuncakları mahallede sergileyip para karşılığında kura çektirmeye başladım. En çok çamaşır mandalı ve bilye çıkıyordu tabi kuradan. Halbuki herkesin gözü pilli, kendiliğinden takla atan oyuncak ayımdaydı. Reklamcılığı o gün öğrendim. Ben bir ilkokul çocuğunun günlük harçlığının yaklaşık 5 de 1’ine karşılık 1 aylık harçlığı ile alamayacağı ayımı kazanma şansını vaat ediyortdum. Ama aslında kura torbasının içindeki kağıtların hiçbirinde ayım yoktu. İlk yalanım, ilk dolandırıcılığım, ilk günahım bu olmuştur. Hala utanıyorum. Ama napayım ayımı çok seviyordum. Zaten çocuğun biri bütün kuraları bitirip, ayının kağıtlarda olmadığını anlayınca beni bir güzel dövüp ayımı da alıp gitmişti. O gün öğrendim reklamda yalan olursa başarı da yalan oluyor.
- 2000'de Anadolu Lisesi'nden mezun oldum ve Anadolu Üniversitesi İngilizce İşletme Bölümü'nde okumak için Eskişehir'e gittim.
- 11 kişilik sınıfın hep en haylazı, en asisi oldum. Ya çok iyi anlaştım hocalarımla ya da hiç anlaşamadım. Ama beni hayatta en iyi anlayan Meltem Hocam başkaydı. "Mezun olunca bana belirli aralıklarla haber ver çünkü ileride milyarder mi yoksa hapiste mi olacağını çok merak ediyorum. 3. seçenek yok." derdi.
- Üniversitede ev arkadaşım Caner reklamcılık okurdu. Fikir ortağımdı. Bomonti arkadaşımdı. Anket işi alır, evde arkadaşlarla toplanıp doldururduk. Son yaptığımız seçim anketinde 43 yaşında bir çiftçinin, "Sizce Eskişehir'in en büyük sorunu nedir?" sorusuna "Disko ve bar sayısının çok az olması" yazmamış olsaydı, en azından o son kadehi içmemiş olsaydı daha uzun süre devam edebilirdik anket işine.
- Okul bitince (2004) staj yaptığım şirketten iş teklifi aldım fakat Giresun'da çalışmak istemediğim için kabul etmedim. Tabi kabul etmemek için aileme "Ben İstanbul'da daha iyi bir iş buldum." demek zorunda kaldım. Liseden bir arkadaşımın yanına gelip iş aramaya başladım. 3. haftada işe başladım. İlk maaşımla bir ev kiraladım, elektrik ve suyu 2. maaşımla açtırabildim ancak. Eşyaları ne zaman alabildiğimi anlatmıyorum bile. Ama insan herşeyin üstesinden geliyor. Şimdi düşünüp gülüyorum sadece.
- 2007'de ilk şirkette hedeflediğim herşeyi başardığıma karar verdim ve hala çalıştığım şirketime geçtim. İşim gereği 2007'den bu yana Türkiye'nin 72 ilini gezdim, havasını soludum, insanları ile tanışıp sohbet ettim, yemeklerini yedim, tarihlerini ve güzelliklerini gördüm. Karadenizli olmasam doğulu olurmuşum diye düşündüm :)
- 2008 başında hayat ortağımı, hayal ortağımı buldum evlendim.
- Kısa bir zaman önce artık bu sektörde mutlu olmadığımı ve zaten yapmadan duramadığım şeyi: düşünmeyi, fikir üretmeyi yaparak hayatımı kazanmam gerektiğine karar verdim ve bu blogu oluşturdum.
- En iyi yaptığım iş insanları sevmektir. Babamdan miras bu huyum. İnsanı sevince, insanı anlamak da kolay oluyor. Nelerden hoşlandığını, ne istediğini, nasıl istediğini de görüyorsun. Karımla her alışverişe çıktığımızda kavga ederiz. Bir mağazaya girdiğimizde her şeyi dağıtır, katlanmış kıyafetleri tek tek açıp öylece atar, ben arkasından katlamaya çalışır, utanırım. Bir restoranda garson tabağı masaya bırakırken, ya da masadan boş tabağı alırken ucundan tutup yardım etme ihtiyacı hissederim. Eve yakınlaradan bir yerden yemek sipariş ettiğimde sıkılırım, "2 adımlık yol kendin gelsene kardeşim ne yoruyorsun beni buraya" diyecekmiş gibi hissederim hep. Trafikte yayalara yol veririm, sarı yandığında kornaya basmam, basana basasım gelir.
- "İmkansızı dene", "İmkansız diye birşey yoktur" gibi laflara inanmam. Birşey imkansızsa ona en yakın, çok zor ama imkanlıyı yapmaya çalışırım. Zamanımı boşa harcamam.
- İşitme engelliler ve uykusu ağır olanlar için titreşimli yastığı ilk ben düşünmüştüm fakat japonlar yapıp tanesini $460'dan satınca çok kötü oturdu içime.
- Görme engelliler için park sensörlü bastonu, çocuklar için sapı uçak şeklinde kaşığı, prezervatif takma makinasını (PREZERMATİK adını verdim) ve daha bir çok saçma sapan ürünü ilk ben buldum.